Ölüm Ve Pusula
Ölüm Ve Pusula’dan…
Neden sonra bu karabasandan silkindim, kendimi, ellerim bağlı, sarp bir dağ yamacına üstünkörü kazılmış, sıradan bir gömütten büyük sayılamayacak taş bir oyukta buldum. Kenarları ıslaktı, insan gücüyle değil zamanın eliyle cilalanmıştı. Göğsümde sancılı bir zonklama duydum, susuzluktan kavrulduğumu duydum. Ufka bakıp cılız bir sesle haykırdım. Dağın eteğinde suları bulanık bir çay, ses etmeden genişliyordu, selinti ve moloz doluydu; karşı yakada (son ya da ilk güneşin ışıklarında) açık seçik parıldıyordu Ölümsüzler Kenti.
Surlar, kemerler, cepheler gördüm: zemin, taş bir çıkıntıydı. Benimkine benzer yüz kadar irili ufaklı oyuk, dağ ile vadiyi yarıyordu. Kumda sığ çukurlar vardı, bu biçimsiz hendeklerle kovuklardan çıplak, tenleri kara-sarı, diken-sakallı adamlar uğramıştı. Onları tanıyormuşum gibi geldi: Arap Körfezi kıyılarıyla Etiyopya mağaralarını dolduran hayvansı mağaralılar soyundan gelmeydiler; konuşamamalarına, yılan yutmalarına şaşmadım.
Susuzluğumun katlanılmazlığı beni gözüpek kılmıştı. Kumlardan on metre yükseklikte olduğumu hesapladım; gözlerim yumulu, ellerim ensemde, başaşağı attım kendimi yamaçtan. Kanayan yüzümü karanlık sulara verdim. Hayvanlar nasıl su içerse, öyle içtim kana kana. Kendimi yeniden uykuda ve sanrıda yitirmeden önce her nedense birtakım Yunanca sözcükler yineledim: “Aisepos’un zehirli suyunu içen Zelealı varsıl Troyalılar.”
Tepemde kaç gün, kaç gece devrildi bilmiyorum. Acılar içinde, mağaraların korunağını bir daha ele geçiremeden, o bilinmez kumlarda çırılçıplak, ay ile güneşin kumarına bıraktım zavallı yazgımın sonucunu. Mağaralılar, çocuksu barbarlıklarıyla ne sağ kalmama yardım ediyorlardı, ne de ölmeme. Beni öldürmeleri için boşuna yakardım. Bir gün bir çakmaktaşına sürtüp kopardım bağlarımı. Bir başka gün ayağa kalktım ve ben -bir Roma tümeninin askeri halk yargıcı Marcus Flaminius Rufus- yılan etinden payıma düşen ilk tiksinç tayını dilenerek ya da çalarak elde etmeyi başardım.
Ölümsüzleri görme, insanüstü kente dokunma hevesi, uyumamı engelliyordu. Benim amacımı kavramışçasına mağara adamları da uyumuyorlardı; önceleri beni gözetlediklerini düşündüm, sonraları, bendeki tedirginliğin onlara da bulaştığını anladım, köpeklerde de görülebilir bu eğilim. Barbar köyden ayrılırken en işlek saati seçtim, hemen herkesin…