Mutlu Moskova
Mutlu Moskova’dan…
Oda iç karartıcı yoksul eşyalarla döşenmişti, sefaletten değil de hayalbazlıktan: salgın hastalık koğuşlarındakilere benzer bir demir karyolanın üzerinde yağ kir içinde, insan kokusu ta derinlerine işlemiş bir yorgan, yoğun bir konsantrasyona müsait çıplak bir masa, seri imalat hurdasından yapılma bir sandalye, duvarda en iyi sosyalizm ve on dokuzuncu yüzyıl kitaplarının dizili durduğu el yapımı raflar, masanın üzerinde üç portre: Lenin, Stalin ve Doktor Zamenhof – uluslararası Esperanto dilinin mucidi. Üç portrenin altında dört sıra halinde isimsiz insanların ufak fotoğraflan asılıydı ki yalnızca beyaz yüzler değil, zenciler, Çinliler ve tüm ülkelerin vatandaşları vardı bu fotoğraflarda.
Bu oda akşamın ilerleyen saatlerine kadar boş durur; yorulmuş hazin sesler azar azar diner içeride, sıkılan madde bazen çatlayıverir, güneş ışığı pencerenin dörtgenini yerlerde usul usul gezdirir ve geceleyin duvarda yitip gider. Her şey sona erer, bir tek nesneler kalır ve bunalır karanlıkta.
Derken burada yaşayan insan gelir ve elektriğin teknolojik ışığını yakar. Evin sakini ekseriyetle mutlu ve huzurludur çünkü yaşamı boşa geçmemektedir; bedeni gün boyunca yorulmuş, gözlerinin akı meydana çıkmıştır ama kalbi düzenli atmakta, düşünceleri sabahki gibi ışıl ışıl parlamaktadır. O gün geometrici ve
şehir planlamacısı Bojko yeni bir mahallenin incelikli planını bitilmiş, yeşil alanların, çocuk bahçelerinin ve semt stadyumunun yerlerini belirlemiştir. Yakın geleceğin şimdiden duyumsuyor ve mutluluktan kalbi çarparak çalışıyordur, kapitalizm döneminde doğmuş biri olan kendisineyse kayıtsızdır.
Bojko iş adresine hemen her gün gelen bir deste şahsi mektubu çıkardı ve boş masanın başına geçip düşüncelerini onlara yoğunlaştırdı. Melboe’dan, Cape Town’dan, Hong Kong’dan, Şanghay’dan, Büyük Okyanus’un su çölüne sinmiş küçük adalarından, Yunan Olimposu’nun eteklerindeki Megaris kasabasından, Mısır’ dan ve Avrupa’nın birçok noktasından yazıyorlardı ona. Memur ve işçiler, hantal sömürünün yere çaldığı uzak insanlar Esperanto’yu öğrenmiş ve halklar arasındaki suskunluğu yenmişlerdi; çalışmanın dermansız kıldığı, seyahatler için fazlasıyla yoksul bu insanlar birbirleriyle düşünce yoluyla haberleşiyorlardı.
Mektupların arasında birkaç havale de vardı: Kongolu bir zenci 1 frank Kudüs’ten bir Suriyeli, 4 Amerikan doları, Leh Studzinski…