Mountolive – İskenderiye Dörtlüsü #3 – Lawrence Durrell

MountoliveMountolive

Mountolive’den…

Sular zamk gibi koyulaşmıştı, karanlığın içinde gümüş gövdeler sıçrıyor, ama madeni para gibi parlayarak yeniden sığlıklara düşüyorlardı. Işık daireleri birbirine değiyor, üst üste biniyordu, bütün sur tamamlanmıştı, kıvır kıvır kıvranan balıkların, Noel çorapları gibi tıklım tıklım dolu, bitişik düzen dizilmiş balıkçı kepçelerinin uzun ağından yukarı sıçrayıp sığlıklara atlayan kara gövdelerinin şapırtıları dört yanı sarmıştı.

Kurtulanlar da korku içindeydi, onların telaşlı atlayışlarıyla dalyanın bütün yüzeyi parçalanmıştı, titrek lâmbaların üstüne soğuk sular sıçratıyor, sandalların içine kapaklanıyorlardı. Soğuk balık pullarından, çırpınan kuyruklardan oluşan ürpertici bir hasat. Onların heyecanlı ölüm kavgaları davulun sesi kadar bulaşıcıydı. Ağlar doldukça hava kahkahalarla çınlıyordu.

Mountolive uzun beyaz entarilerinin eteklerini bellerine sıkıştırmış Araplar’ın en yakın pruvaları elleriyle tutarak sandalların sallanmasını önlemeye çalışırken birbirine bağlı ağları yavaş yavaş öne doğru iterek ilerlediklerini görüyordu. Kara kalçalarında ışıklar donuk donuk parlıyordu. Bütün karanlık onların yabansı neşeleriyle dolmuştu.

Birden beklenmedik bir olguyla daha karşılaştılar — tıpkı aşağıdaki su gibi tepelerindeki gök de koyulmaya başladı. Karanlığın içinde ansızın tanınmaz biçimler belirmişti, çünkü yüksek atlayıcılar göllerin kıyılarında uyuyanları uykularından uyandırmıştı. Bataklık otlarıyla çevrili halicin ötelerinden keskin karmakarışık bağırtılarla kopup gelen yeni konuklar da ava katıldılar — yüzlerce pelikan, flamingo, turna kuşu, derekuşu buraya üşüşmüştü, yanlamasına uçarak sıçrayan balıkların üstüne çullanıyor, onları kapıyorlardı. Hem su, hem de gök, canlı varlıklarla dolmuştu, balıkçılar ağlarını düzeltiyor, yakaladıklarını sandallara boşaltıyor ya da ağları tersine çevirip küçük dalgacıklı bir gümüş sağanağını küpeşteye boca ediyorlardı.

Oturmakta olan dümencilerin ayakları kıvranan gövdelerin içine bileklerine kadar gömülmüştü. Bunca balık herkese yeterdi, hem insanlara, hem kuşlara. Gölün uzun bacaklıları kanatlarını, eski moda renkli şemsiyeler gibi, beceriksizce açıp kaparlarken ya da fıkır fıkır kaynaşan suyun üstünde biçimsiz sürüler halinde süzülürken açgözlülükten, heyecandan çılgına dönmüş devekuşları, martılar yıldırım hızıyla dört yönden akın ediyorlardı. Ölümlerine susamışçasına uçan bu kuşların kimileri bodoslamasına sandalların güvertesine çarpıp boyunlarını kıracak, kimileri o tüyler ürpertici gözü dönmüşlük içinde gagasını bir balıkçının kara

LİNK

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir