Üç Beş Kişi
Üç Beş Kişi’den…
Yaşamı kendi isteklerimiz doğrultusunda örgütleyemeyiz ki!
– Sen örgütleyemezsin. Çünkü zayıf birisin. Her şeye çabucak kanıyorsun. Çarçabuk yeniliyorsun. Tek gününü bile programlayamıyorsun. Bu tek gün, bütün bir yaşam için programlanmalı. Kendimizi ona göre hazırlamalıyız.
– Bunun için ne yapmalıyız?
– Her sabah erkenden kalkmalıyız. Yüzümüzü yıkar yıkamaz kültürfizik yapmalıyız. Uzun uzun koşmalıyız. Gülle atmalıyız, engeller aşmalıyız; derin derin soluk almalıyız… En önemlisi de, paçamıza mızmızca sarılıp duran şeylere sırt dönmeliyiz…
Murat, bu öğütlerin, önerilerin kimden geldiğini bilmeden, yeni bir yanıt aranıyordu. Tam: Günün birinde, almamış gibi yapamayacağımız bir telgraf alabiliriz ama? diyecekti; o kültürfizik, engelli koşu önerilerine karşı içinde uçveren kahkahayı böyle bastırabileceğini umuyordu; sarsıldı. İçgüdüsel bir korunmayla, başını ön cama çarpmamak için, iyice geri çekildi, kasıldı. Dolmuş sürücüsünün beklenmedik freniyle öteki yolcular da ileri geri sarsıldılar. Sürücünün kocaman küfrüne minicik haykırışlar karıştı. Hepsi çok kısa sürdü. Sonra yine, hiçbir şey olmamış gibi, suskunluk içinde, hoplaya zıplaya yol almaya başladılar. Murat da yeniden, bilmediği o yüze döndü. Kahkahasını bütünüyle bastırmış, “Günün birinde almamış gibi yapamayacağımız bir telgraf alabiliriz ama!” dedi üstüne bastıra bastıra. Az önce bir soruydu bu. Şimdi bir yanıt.
Gece. Haziran. Ama günlerin en uzunuyla gecelerin en kısasına zaman var daha. Dolmuş, yeterince aydınlatılmamış caddelerden, hemen hemen göz gözü görmez sokaklardan geçiyor, yokuşlar inip çıkıyor. Murat, sürücünün yanında, karşıdan farlarını kısmadan gelen araçların kamaştırdığı gözlerini yumuyor. Sanki içlerine birer avuç kum atılmış; gözkapaklarının altında ince ince sızılar duyuyor: Kültürfizik yap! Gülle at! Uzun uzun koş! Derin derin soluklan!
Murat, kendiliğinden bu son öğüde uyuyor. Derin bir soluk alıp veriyor. Bütün o öğütleri sıralayanın tek bir yüzü yok. Tek bir sesi yok. Ya da belki, başta Ufuk, hayır Ufuk değil, Metin, öyle ya Metin, başta o; pek çok yüz, pek çok sesten oluşmuş, şimdi, bu dolmuşun içinde, şu anda doğmuş bir kimlik, farlara karşı yumulu gözleri…