Değirmen
Değirmen’den…
Halil Hilmi Efendi kalabalığın ortasında idi. Dalgalı bir denizde çabalar gibi kol ve bacak hareketlerile bir zaman ileri geri bocaladı. Sonra ayağı bir şeye takıldı. Bu, büyük bir hamur tahtası üstüne kurulmuş bir yer sofrası idi. Kaymakam yana dümen kırmıya savaştı; yapamaymca var kuvvetile arkaya kaykıldı. Fakat bir an arkasında yığılıyor gibi olan kalabalığın korkunç bir tosla kendisini tekrar ileri attığını görünce sofrayı atlıyarak geçmekten başka çare göremedi. Yalnız bunun için ayaklarını yere vurarak hız almak lâzımdı.
Bunu yapamaymca havaya kalkan ayakları sofranın karşı kenarına indi. Hamur tahtası bir anda boşanmış bir zemberek yayı haline gelerek üstündeki kap kaçağı korkunç bir şangırtı ile havaya savururken kendisi de bir atlama tahtasına basmış gibi, hemen hemen balıklama vaziyetinde ileri fırladı; sol kolu önündeki-lerden birinin omuzuna sarıldı; sağ eli merdiven başındaki trabzan babasını yakaladı ve kopardı. Ondan ötesi karanlık; haykırışına sesleri, uğultu., ve bunların üstünde Bulgar kızının uzakta bülbül gibi şakırdıyan zilleri…
Kaymakam gözlerini açtığı zaman kendini hükümet konağının arka bahçesinde portatif bir asker karyolasında yatıyor gördü. Ova sis içinde idi. Havada yıldızlar görünmekle beraber karşı tepelerin üstünde bulanık bir sabah aydınlığı titriyordu.
Halil Hilmi Efendi sakalının kırağıdan ıslanmış olduğunu hissederek elini battaniyesinin altından çıkarmak istedi. Fakat kolunun vücuduna bağlı olduğunu anlıyarak birdenbire dehşet içinde kaldı.
Daha garibi bacağı da ayni halde idi. Üstelik yaz kış kulaklarına kadar geçirmeden yatmadığı gecelik yün takkesi yerine başında sargı bezlerinden bir de acayip Yeniçeri kavuğu farkedince kendini tutamıyarak «aman» diye bağırdı.
Bu ses, karyolanın biraz ilerisindeki bir hasır üstünde oturduğu yerde uyuyakalmış bir adamı, kendi jandarması Hurşidi uyandırdı.
Bu saatte başka bir adamın bağırmış olmasına imkân olmamakla beraber Hurşit «Sen min bey?» diye sordu… Sonra uyurken yere düşürdüğü fesini bulup başına geçirerek ilâve etti:
— Noldu bey? Kaymakam zayıf bir sesle:
— Ne olduğumu sen bana söyle Hurşit, dedi. Ne oldum ben?
— Hiç bey… Sanki biraz…