Beş Şehir / Ahmet Hamdi Tanpınar

Beş ŞehirBeş Şehir

Beş Şehir’den…

Boğaz bana daima zevkimizin, duygumuzun büyük düğümlerinden biri gibi gelmiştir. Öyle ki, onun bizde külçelenmiş mânasını çözdüğümüz zaman büyük hakikatlerimizden birini bulacağız sanmışımdır. Bu bir hayal olabilir. Birçok güzellikler insana kâinatın eşi veya eşiti oldukları vehmini verirler. Onlarla karşılaştığımız zaman bizde büyük, kendi kendine yetebilecek bir hakikat karşısında imişiz hissi uyanır. Bazı tarikatlerin güzel insan yüzünde, güzel insan vücudunda Tanrı’yı aramalarının sırrı bu değil midir?

Güzelin en büyük hususiyeti her an yeni gibi görünmesinde, her an bizi kendisine ve kendisinde uyanmaya zorlamasındadır.
Sanat için, insan için az çok doğru olan bir şey, niçin birkaç asrın yaşama üslûbuna, zevkine, sevme, duyma tarzlarına şahit olmuş, onları kendi imkânlarıyla beslemiş, hattâ idare etmiş bir manzara için düşünülmesin?

Kaldı ki, Boğaz’ın kendisi de sanatkârane, hattâ müzikaldir. Amiel “manzara bir ruh hâlidir” der. Fakat bazı manzaralar vardır ki bizi Amiel’in iddia ettiği kadar serbest bırakmaz. Hülya ve düşüncelerimize kendiliğinden bir istikamet verirler. Bu esrarlı dehliz öyle teşekkül etmiştir ki, bir tarafında yaşanan şey, öbür tarafında bir hâtıra gibi tadılır. Çünkü güneş, Boğaziçi’nde doğup batmaz. Tıpkı hoparlörle dışarıdan dinlenen bir opera gibi, bütün hareket adesenizin dışında kalır: Siz yalnız musikiyi duyarsınız. Her iki kıyı birbirine saatlerin aynasını tutar.

Beylerlerbeyi’nde, Emirgân’da, Kandilli veya İstinye’de günün her saati birbirinden ayrı şeylerdir. Beykoz, Çubuklu, ağaçlarının serin gölgesinde henüz son rüyalarını üstlerinden atmaya çalışırken Yeniköy veya Büyükdere gözlerinin tâ içine batan güneşle erkenden uyanırlar. Kuzguncuk’ta sular, sahil boyunca, arasına tek tük sümbül karışmış bir menekşe tarlası gibi mahmur külçelenirken, ince bir sis tabakasının büyük zambaklar gibi kestiği İstanbul minareleri kendi hayallerinden daha beyaz bir aydınlıkta erirler.

Bilhassa akşamlar böyledir. Rumeli kıyısında akşam, daima uzakta, daima eşyaya sinmiş bir hâl olarak tadılır. Meğer ki karşı kıyıdaki yalıların çamlarını kanlı bir hasretle tutuşturmasın: önünüzde kıpırdayan denizde yer yer alev parçalarını, sanki bir tarafla bir gül bahçesi yıkılmış, her

LİNK

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir