Aç Sınıfın Laneti
Aç Sınıfın Laneti’nden…
Sırtüstü uzanmış yatıyordum. Avokado çiçeklerinin kokusu odaya dolmuştu. Çakalların sesini duyuyordum. Kulağıma, caddede vınlayan davar kamyonlarının gürültüsü geliyordu. Yatağımda, odamda, bu evde, bu kasabada, bu eyalette, bu ülkede var olduğumu hissediyordum. Sanki kanımın, iliğimin bir parçasıymışcasına yakın hissediyordum ülkeyi. Dışardaki insanların varlığını da hissediyordum gecenin içinde, karanlıkta. Uyuyan insanları bile duyabiliyordum, hatta uyuyan hayvanları. Köpekler. Tavus kuşları. Boğalar. Nemli toprağın üstüne çökmüş, güneşin doğmasını bekleyen traktörler hatta. Yattığım yerde gözlerimi tavana dikmiştim. İncecik tellerle tavandan astığım model uçaklarımın hepsi hafif hafif sallanıyorlardı, biri üflemiş gibi. Salınıyorlardı sanki havada.
Onlarla birlikte örümcek ağları da kımıldanıyordu. Uçakların kanatları toz içinde. Kanatların üstündeki çıkartmalar soyulmaya başlamış. P-39’um. Messerschimitim. Japon Zerom. Altlarına serilmişim. Sanki ben okyanustaymışım, onlar da keşif uçuşuna çıkmış, üstümden uçuyorlar. Beni gözlüyorlar, salınıyorlar. Düşmanın resimlerini çekiyorlar yukardan. Düşman da ben. Çevremdeki boşluğu içimde duyuyordum, kocaman, kapkara bir dünya gibi. Hayvanmışım gibi dinledim çevreyi. Korku içinde. Ses korkusu. Gerilmiştim. Sanki her an bir şey istila edecek beni. Bir yabancı. Tarifi imkânsız bir şey.
Derken, Packard’ın tepeyi tırmanmaya başladığını işittim. Bir mil öteden anladım bizim Packard olduğunu, sübapların tıngırtısından. Amortisörün takırtısı da başka hiçbir şeye benzemez. Derken, babamı direksiyon başında gözümün önüne getirdim. Farkına varmadan vites değiştirişini… Tepenin son bölümünü almak için ikinci vitese geçiyor. Farların yaklaştığını hissediyorum. Korunun içinden geçiyor. Işık meyve ağaçlarını bir bir aydınlatıyor, sonra yeniden karanlığa gömüyor. Kalbim güm güm atmaya başladı, sırf babam eve dönüyor diye.
Derken el frenini çektiğini işittim. Işıklar söndü. Kontak anahtarı kapandı. Sonra uzun bir sessizlik. Orada arabanın içinde oturuyor. Başka hiçbir şey yapmıyor. Yalnızca oturuyor. Onun, orada hiçbir şey yapmadan oturuşunu gözlerimin önüne getirebiliyordum. N’apıyor? Öylece oturuyor. Arabadan inmeden önce bekliyor. Ne bekliyor, neden bekliyor? Körkütük sarhoş, yerinden kıpırdayamıyor. Körkütük sarhoş, kıpırdamak istemiyor. Uyuyakalıp bütün gece orada yatacak. Yapmadığı iş değil. Daha önceleri de çiy yağarken…