Osmanlı’da Seks
Osmanlı’da Seks’ten…
Bir Kastamonu paşası…
“…Bedeni geniş, ensesi kalın, kaşları çatık,
‘sakalı gür, üniforması baştan başa sırmayla kaplı, sertin de serti, huysuzun da huysuzudur.
Söze “Paşa hazretleri…” diye başlamayanı, edepte kusur edeni, “Yıkın mel’unu” deyip huzurunda falakaya yatırtır. Aşkettiği Osmanlı tokadını yiyen, hemen o anda rahmeti rahmana kavuşur…”.
Tarih kitaplarına göre, Osmanlı paşalarının
özellikleri genellikle böyledir…
Ama bütün paşa hazretlerinin bu şekilde olduğu sanılmasın, zira istisnalarına da rastlanır.
Örneğin Koca Ragıp Paşa usta bir şair, üstelik bir şaireye gönül verip gazeller döktürecek kadar içli bir aşıktır. Mahmut Celâleddin Paşa
“Sevdiğim, cemalin çünki göremem…” diye başlayan şarkılar besteler, Şeker Ahmet Paşa, elindeki fırçasıyla renklerle oynar. Bir başka Ahmet, şair Ahmet Paşa ise daha da ileri gider, Ali adında bir “delikanlıya” vurulur,
“Ayine-i candır ruh-ı zibası Ali’nin / Bu gözle muhal oldu temaşası Ali’nin”
yani “Ali’nin güzel yanağı can aynası gibidir.
Onu gözle seyretmek mümkün olmuyor” der.
Osmanlı tarihinde bu paşalardan çok daha değişik işler yapmış ve kendi alanında tek sayılan bir başka “şair paşa” var: “Türk Galip”
diye anılan Galip Paşa.
Tam adı, Abdülhalim Galip. Anadolu’yu idarî görevlerle uzun yıllar karış karış dolaşmış, halkın yaşamını, özellikle de “cinsel” yaşamını titizlikle gözlemiş, bunu Kastamonu köylülerinin şivesinde yazdığı şiirlerine konu almış, üstelik kalemini cinsellik dışında neredeyse hiç kullanmamış. Galip Paşa’nın şiirleri, işte bu yüzden Türk edebiyat ve erotizm tarihinde
“benzersiz” diye niteleniyor ve kendi alanında
“tek” olarak tanınıyor.
Hangi yılda doğduğunu bilen yok. Hakkında anlatılanlar, sadece genç yaşta devlet hizmetine girdiği, önce Çengeloğlu Tahir Paşa’ya mühürdarlık yaptığı, Darendeli İzzet Paşa’nın divan kâtibi olduğu, başmabeyinci Hamid Paşa’ya da kâtiplik ettiği, Viranşehir kaymakamlığına ve Ankara defterdarlığına getirildiği, Batum ve Tırnava kaymakamlıklarından sonra Amasya’ya mutasarrıf olarak gönderildiği ve mîrimîranlığa kadar yükseldikten sonra, 1876’da İstanbul’da öldüğüyle sınırlı.
Ardında, çok az sayıda yayınlayıp üzerine ne tarih, ne de basıldığı yer kaydını koymadığı, ama büyük bir cesaretle, dönemin…