Başkana Şantaj
Başkana Şantaj’dan…
Clifton Carter saatine bakıp sıkıntıyla içini çekti: Bu Allahın cezası kapı nöbetinin bitmesine yedi dakika kalmıştı. Washingtona inen otobüsü yine kaçıracak ve kendisini karşılamaya gelen Tina tepinip dururken o da bir sonraki otobüsü beklemek için yarım saat ağaç olacaktı. Ne rezil meslekti bu be!
Askerlik hizmetini Langleydeki Central Intelligence Agency binalarında yapmasını teklif ettiklerinde, önündeki belgelere uçar gibi atlamış, hiç düşünmeden imzayı basmıştı. Virginiada oturduğu için onun da istediği buydu. Her hafta sonu evinde olacaktı. Oysa hafta sonları işte hep böyle sıkıntıyla başlıyordu!
Nöbetler dört saat sürüyordu. Cliftonun görevi, beş, altı metrelik Cadillaclardan, Lincolnlar den inen subayları ve sivilleri gereğince selamlamak ve kendilerini bekleyen CIA nöbetçilerinin bulunduğu büyük holün kurşungeçirmez cam kapısını açmaktan ibaretti. Ne tek kelime konuşulur, ne de önemli bir olay olurdu. Son iki ayın en önemli olayı, hafif beyni sulanmış bir amiralin pencereden bir belge düşürmüş olmasıydı.
Neyse ki, temmuzun sonu olmasına rağmen hava ılıktı ve yiyecekler de yenebilir türdendi!
Clifton tekrar saatine baktı: İkiye üç dakika vardı. Şansı yardım ederse, nöbet değiştirmede bir dakika kazanabilirdi. Ortalıkta ne bir araba, ne de selamlanacak biri vardı. Askerliğinden bir gün daha eksilmişti!
Sırtım bir ağaca yaslayıp güneşi yansıtan çelik ve camdan oluşma binanın cephesini seyretmeye koyuldu.
Pencerelere kimse çıkmazdı, çünkü bütün odalar soğuk hava cihazlarıyla donatılmıştı ve emniyet kuralları gereğince de camların açılması yasaktı. Aksi halde, rüzgârın uçurduğu gizli bir belge bir casusun eline geçebilirdi…
Clifton Carterın bakışları gökyüzüne çevrildi ve yavaşça aşağı doğru kaydı. Son dakikalarım geçirmek için, onyedinci kattan itibaren pencereleri saymaya başladı.
Üçüncü pencereye geldiğinde ağzı bir karış açık kalakaldı: İç cam kalkmış ve bir erkek başı dışarıya uzanmıştı. Güneş, gözündeki gözlüklerde yansıdı ve Cliftonun gözlerini kamaştırdı.
Genç adam hemen yaslandığı ağaçtan ayrıldı.
Bak sen! diye söylendi. Büyük şeflerden biri hava almaya çıktı.
Sonra, dudağındaki gülümseme birdenbire siliniverdi:
Aman Tanrım!
Yukarıdaki adam…