Tanrı’nın Tarihi
Tanrı’nın Tarihi’nden…
Buna rağmen Baal’in başına tam tersi gelir: ölür ve ölüm ile kısırlık tanrısı Mot’un dünyasına inmek zorunda kalır. Yüce Tanrı El oğlunun akıbetini öğrendiğinde tacını tahtını bırakır, yasa bürünür, yüzünü gözünü parçalar ama oğlunu geri getiremez. Bunun üzerine Baal’in sevgilisi ve kızkardeşi Anat tanrısal alemi terkedip, ineğin buzağısına ya da dişi koyunun kuzusuna duyduğu cinsten bir arzu ve iştiyakla ruhunun ikizini aramaya çıkar.
Baal’ın cesedini bulduğunda, onun şerefine büyük bir ziyafet verir; ardından Mot’u ele geçirir, kılıcıyla vücudunu yarar, unufak eder, yakar ve tıpkı tahıl gibi öğüterek toprağa savurur. Ölü tanrıyı aramaya girişen ve toprağı yeni bir yaşamla tazeleyen İnana, İştar ve İsis gibi diğer büyük tanrıçalar için de benzer hikayeler anlatılır. Bununla birlikte, Anat’ın zaferi her yıl yapılan dinsel törenlerle ebedileştirilmeliydi. Daha sonra, kaynakların yetersizliği yüzünden nasıl olduğunu bilemediğimiz bir şekilde Baal tekrar yaşama döner ve Anat’a kavuşur.
Cinsiyetlerin birliği ile simgelenen bütünsellik ve ahengin böylesi ilahlaştırılışı eski Filistin’de ritüel cinsellik vasıtasıyla kutlanmıştır. Erkekler ve kadınlar tanrıları bu şekilde taklit ederek kısırlığa karşı birlikte mücadele vermekte ve dünyanın yaratıcılık ve üretkenliğini sağlamaktaydılar. Bir Tanrı’nın ölümü, tanrıçanın arayışı ve sonunda tanrısal dünyaya yeniden dönüş birçok kültürde sıkça gözlenen temalardır; bu Yahudi, Hristiyan ve Müslümanların tapındığı oldukça farklı bir Tek Tanrı dininde de görülecektir.
Sözkonusu din Kitabı Mukaddes’de, İ.Ö. yirmi ve on dokuzuncu yüzyıllarda bir zamanda Ur kentini terkederek Filistin’e yerleşen İbrahim’e atfedilir. İbrahim hakkında hiçbir çağdaş belge mevcut değildir, ancak bilim adamları onun, İ.Ö. üçüncü binin sonlarında halkını Mezopotamya’dan Akdeniz’e doğru yönelten gezgin kabile şeflerinden birisi olabileceği üzerinde durmaktadırlar. Mezopotomya ve Mısır kaynaklarında bir kısmı Abiru, Apiru ya da Habiru olarak adlandırılan bu göçmen kabileler İbranice’nin de bir parçası olduğu Batı Semitik dillerini konuşuyorlardı. Bunlar, mevsim değişmelerine göre sürüleriyle göçeden Bedeviler gibi düzenli çöl göçebeleri olmaktan ziyade, tutucu yöneticilerle sürekli çatışma halinde, tasnifi daha zor…