Dünya Bir Kılavuz
Dünya Bir Kılavuz’dan…
İnsan toplumu ve insan tarihi ancak çelişkileriyle kavranabilir. Yirminci yüzyıl çok kan dökülen bir yüzyıl oldu. 16. yüzyıldan, Avrupa’nın Amerika kıtalarını keşfinden bu yana en kötü yüzyıldı, aynı zamanda net nüfus artışının da zirveye çıktığı yüzyıldı. İnsanlık tarihinin en berbat soykırımcı ırkçılığını doğururken bize de bir tek insan soyunun ortak, sonlu bir dünyada var olduğu bilincini miras bıraktı.
Hepsi de bir önceki yüzyılın son çeyreğinin ürünleri olan insan hakları, internet, “küreselleşme” ve Kyoto Protokolü, toplumsal anlayış ve toplumsal eylem hakkında, yani insanlık ve dünyası hakkında yeni bir ufuk açtılar. Belki Çinli belki Amerikalı, Müslüman ya da Hindu, işçi ya da bankacı, Afrikalı kadın ya da Avrupalı erkek, genç ya da yaşlıydık; ama aynı zamanda ortak insanlığın mensupları haline gelmiştik, aynı gezegenin hissedarları oluvermiştik.
Olağanüstü bir olaylar silsilesiydi. Faşizm sonrasında 1948’te yayınlanan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi, uzunca bir süre boyunca önemsiz bir avangard yayın olarak kaldı. Örneğin Bildirge’nin tanıdığı evlenme (ya da evlenmeme) özgürlüğü, Afrika, Asya ve ABD’nin büyük bölümünde, genellikle Amerika kıtasının geri kalanında ve Doğu Avrupa’da sistematik olarak ihlal edildi; gerçi kısa süre önce çıkarılan yasalar genç insanları usulen de olsa ebeveynlerin denetiminden kurtardı. İnsan hakları, Af Örgütü sayesinde 1960’larda ciddi bir mesele olarak belirmeye başladı; jeopolitik olaraksa ancak 1970’lerin sonunda önem kazandı.
Batılı güçler bu hakları, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın sınırlarını tanıdıkları 1975 tarihli Helsinki Sözleşmesi’ne koydurdular, komünist ya da antikomünist Polonyalılar ve diğer Doğu Avrupalıların çoğu için önemli bir belgeydi Helsinki Sözleşmesi. Amerika kıtasında insan hakları 1970’lerin ikinci yarısında kilit bir mesele haline geldi.
Latin Amerika’da, Küba dışında bütün ilerici toplumsal değişim girişimlerinin askeri diktatörlüklerle ezilmesinin ardından, insan hakları yenilgi ortamında bir savunma aracı haline geldi. ABD’de insan hakları, Carter yönetimi sırasında yalnızca bir kez olumlu bir yankı buldu. Soğuk Savaş diplomasisi ve ABD’nin Amerika kıtasında insan haklarını tanımasının öngörülemez bir…