Kehribardaki Yusufçuk
Kehribardaki Yusufçuk’tan…
Roger Wakefield odanın ortasında dururken kendini kuşatılmış hissediyordu. Hissinde tamamen haklı olduğunu düşünüyordu çünkü bu zamana kadar hep kuşatılmıştı: antika ve yadigârlarla dolu masalarla, koltuk örtüleri, ağır Viktorya stili mobilyalarla, kendinden emin ayakların yürürken kaymasını sağlamak için kurnazca fırsat kollayan, cilalanmış yere serilen küçük örgü halılarla. Mobilyalar, kıyafetler ve kâğıtlarla dolu on iki oda etrafını kuşatmıştı. Ve bir de kitaplar… Ah, Tanrım, kitaplar!
Bulunduğu çalışma odasının üç tarafı kitaplıkla çevriliydi. Herkes patlama noktasına gelene kadar bir şeyler tıkmıştı. Karton kapaklı gizemli romanlar büyük kalın kitapların önünde parlak, masum yığınların içinde duruyorlardı. Nadir bulunan eski seriler kütüphanelerden yürütülmüştü ve üzerlerinde risaleler, bildiriler ve el yazmaları vardı.
Benzer bir durum, odanın geri kalan kısmında da devam ediyordu. Kitaplar ve kâğıtlar her yeri düzensizce doldurmuştu ve gömme dolaplar adeta ağırlıktan inliyor, eklenti yerlerinden gıcırdıyordu. Üvey babası uzun ve dopdolu bir hayat yaşamıştı ve en iyi on yılını kutsal kitaba ayırarak geçirmişti. Papaz Efendi Bay Reginald Wakefield, seksen küsurluk hayatında hiçbir şeyini kaldırıp atmamıştı.
Roger ön kapıdan kaçıp Moris Minor’ına atlayarak Oxford’a dönmeyi, bu papaz evini ve onun içerdiği merhamet havasını terk etmek istiyordu. Derin derin nefes alırken sakin ol diyordu kendine. Sen bununla başa çıkabilirsin. Kitap kısmı kolay. Onları sınıflandırıp sonra taşınması için birini çağırmakta hiçbir şey yok. Tabii büyük damperli bir kamyona ihtiyaç duyacaklardır ama bu halledilir. Kıyafetler de problem değil. Oxfam çoğunu alacaktır.
Oxfam’ın, 1948 dolaylarında giyilmiş bir yığın siyah takım elbiseyle ne yapacağını bilmiyordu. Biraz daha rahat nefes almaya başlamıştı. Roger papaz efendinin işlerini halletmek için bir aylığına Oxford’daki tarih departmanından izin almıştı. Belki her şeye rağmen bu yeterli olacaktı ama Roger’ın stresli anlarına bakılırsa bu iş yıllar sürecekmiş gibi görünüyordu.
Masanın bir tanesine yanaşıp küçük bir çini tabak aldı. Tabak küçük metal dikdörtgenlerle doluydu, üstünde on sekizinci yüzyılda dilencilere mahalleliler tarafından verilen bir çeşit izin anlamına…