Çocukluğum
Çocukluğum’dan…
Büyükannem bacağını kaldırmış, ayağını ellerinin arasına almış, sallıyordu. Gerçekten, çok acı çekiyormuş gibi, yüzünü komik bir biçimde buruşturmuştu.
Yakınımızda gemiciler, sakallı, güleç yüzlü köylüler ayakta duruyor, büyükannemin anlattıklarını dinliyor, gülüyorlardı. Övüyorlardı büyükannemi, yalvarıyorlardı ona:
“Hadi, nineciğim, bir tane daha anlat!”
Sonra şöyle diyorlardı:
“Hadi, gelin, yemekte bizim misafirimiz olun!”
Yemekte onu votkayla, beni kavun karpuzla ağırlıyorlardı. Gizliydi bu yaptıkları: Gemide her çeşit meyve yemeyi yasaklayan, gördüğü meyveyi alıp denize atan biri dolaşıyordu. Bekçi gibi, madenî düğmeli bir giysisi vardı, sürekli sarhoştu. İnsanlar görünmemeye çalışıyorlardı ona.
Annem güverteye çok seyrek çıkıyor, bize uzak duruyordu. Hep susuyordu annem. Kocaman, düzgün bedenini, koyu renk, demir gibi sert yüzünü, bir araya topladığı açık renk saçının örgülerinden oluşan ağır tacını (her şeyiyle güçlü, sertti ) sisin içinde ya da saydam bir bulutun arkasında gibi hatırlıyorum. Büyükanneminkiler gibi öylesine iri, kül rengi gözleri bulutun, sisin içinden uzak, soğuk bakıyorlardı bana.
Bir gün pek sert, şöyle demişti annem:
“Anneciğim, herkes arkanızdan gülüyor size.”
Büyükannem hiç umursamadan, karşılık vermişti:
“Canları sağ olsun! Varsın gülsünler, sağlık olsun!”
Nijni’yi gördüğümüzde büyükannemin çocuksu sevincini hatırlıyorum. Elimden çekerek güverteye çıkardı beni, haykırdı:
“Bak, bak, ne güzel! İşte sana Nijni, büyükanneciğim! Görüyor musun, ne Tanrısal bir kent! Bak, bak, kiliseler uçuyorlar sanki!”
Ve neredeyse ağlayarak yalvardı anneme:
“Varvaracığım, baksana, ne güzel, değil mi? Unuttun buraları, anlaşılan! Sevin, hadi, sevin!”
Annem acı acı gülümsüyordu.
Gemi, güzelim kentin karşısında, teknelerle dolu, yüzlerce direğin iğne gibi yükseldiği nehrin orta yerinde durunca bir sürü insanın dolu olduğu büyük bir tekne yaklaştı geminin bordasına, indirilen iskeleye ucunda kanca olan bir sopayla bağladılar gemiyi, içindekiler tek tek iskeleden gemiye çıkmaya başladı. Önde en çabuk çıkan uzun, siyah giysili, altın sarısı saçlı, sakallı, küçük burunlu, yeşil gözlü ufak tefek bir ihtiyardı.
Annem gür, yüksek bir sesle, “Babacığım!” diye haykırarak ona doğru koştu.
Yaşlı adam onun başını tutup küçük, kırmızı…