Hileli Tartı / Joseph Roth

Hileli TartıHileli Tartı

Hileli Tartı’dan…

Anselm Eibenschütz, Zlotogrod bölgesindeki yeni görevine işte böylesine elverişsiz koşullar altında başladı. Geldiğinde ilkbahardı, martın son günlerinden biriydi. Topçu birliği başçavuşu Eibenschütz’ün Bosna Garnizonu’nda sincaplar daha şimdiden belirmeye, sarı salkımlar artık parıldamaya başlamıştı; karatavuklar şimdiden çimenliklerde ötüyor, tarlakuşlarıysa artık gökyüzünde şakıyordu.

Eibenschütz kuzeydeki Zlotogrod’a geldiğindeyse sokaklar hâlâ kalın bir kar tabakasıyla kaplıydı ve çatıların kenarlarından keskin ve acımasız buz saçakları sarkıyordu. Eibenschütz ilk günlerde, ansızın dilsiz kalmış biri gibi dolaştı etrafta. Gerçi ülkede konuşulan dili anlıyordu ama insanların ne söylediğini anlamak değildi önemli olan, ülkenin kendisinin ne dediğini anlamaktı. Ve bu ülke dehşet verici şeyler söylüyordu. Takvimler ilkbahardan söz etse ve Bosna Garnizonu Sipolje’de menekşeler çoktan açmış olsa da, o, karı, alacakaranlığı, soğuğu ve buz saçaklarını anlatıyordu.

Oysa burada, Zlotogrod’da kargalar kuru çimenliklerde ve kestane ağaçlarında ötüyordu. Salkımların kupkuru dallarına konuyor ve sanki kuş değil de, bir tür kanatlı meyve gibi görünüyorlardı. Struminka adındaki küçük nehir yoğun bir buz tabakasının altında hâlâ uyumaktaydı ve çocuklar neşe içinde nehrin üzerinde kayıyordu. Onların bu neşesi zavallı denetleme görevlisini daha da büyük bir hüzne boğuyordu.

Kilisenin çanları henüz geceyarısını vurmamıştı ki, Eibenschütz bir anda erimeye başlayan buz tabakasından gelen şiddetli çatlama sesini duydu. Dediğimiz gibi, gece olmasına rağmen, çatıların kenarlarından sarkan buz. saçakları ansızın erimeye başlamıştı ve kopan parçalar buzla kaplı kaldırıma hızla düşüyordu. Güneyden esen hafif, tatlı bir rüzgâr neden olmuştu bunların erimeye başlamasına; güneşin gece kardeşiydi bu rüzgâr. Bütün evlerin penceleri açıldı, insanlar camlarda belirdi ve çoğu da evlerinden dışarı çıktı.

Parlak, açık mavi gökyüzünde soğuk, sonsuzluğa uzanan görkemli yıldızlar duruyordu; altından, gümüşten yıldızlardı bunlar ve sanki bütün bu gürültü patırtıyı yukarıdan izliyor gibiydiler. Yöre sakinlerinin çoğu, aslında, sadece yangın çıktığında yaptıkları gibi, aceleyle giyinerek nehre gitti. Gemici lambaları ve fenerleriyle birlikte nehrin her iki yanına dizilip buzun nasıl parçalara ayrıldığını, nehrin kış uykusundan nasıl uyandığını izlediler

LİNK

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir