Bağışlanmanın Dört Yolu
Bağışlanmanın Dört Yolu’ndan…
O günlük gezintisi kadını Eyid’in amcasının dükkânına götürmüştü. Amcası köyün tatlıcısıydı. İki yıl önce buraya geldiğinde niyetli olduğu bütün o kutsal perhizden, yani tek kâse tatlandırılmamış tahıl ile saf sudan, anında vazgeçivermişti. Tahıl diyeti onu ishal etmişti; bataklık suyu da içilecek gibi değildi. Alabildiği veya yetiştirebildiği bütün yeşillikleri yiyor, şehirden gelen şarap veya şişe suyu veya meyva suyu içiyordu; büyük bir tatlı stoku da vardı — kuru meyvalar, kuru üzümler, gevrek şekerler, hatta Eyid’in annesinin ve halalarının yaptığı kekler, üzerleri kabuklu yemiş ezmesi kaplı, kuru, yağlı, tatsız ama garip bir biçimde insanın hoşuna giden yağ diskleri.
Bunlardan bir torba, gevrek şekerlerden de kahverengi bir tekerlek aldı; bir gece önce yaşlı Uad’ın cenaze törenine gitmiş olan ve bu konuda konuşmak için can atan kara, fırıldak gözlü ufak tefek halalarla dedikodu yaptı. “O insanlar” —Wada’nın ailesi bir bakış, bir omuz silkiş, bir dudak büküşle anlatılıvermişti— her zamanki gibi oturup kalkmasını bilememiş, sarhoş olmuş, kavga çıkartmış, kibirlenmiş, mideleri bozulmuş, her yana kusmuşlardı; ne açgözlü, sonradan görme hayvanlardı onlar öyle.
Gazeteciden bir gazete almak için durduğunda (bu da çoktan bozulmuş başka bir yemindi; sadece Arkamye’yi okuyacak ve can-ı gönülden ezberleyecekti güya) Wada’nın annesi de oradaydı; orada da nasıl bir gece önceki cenazede “o insanların” —Eyid’in ailesinin— kibirlendiğini, kavgalar çıkarttığını ve her bir yana kustuklarını duydu. Sadece duymakla da kalmadı; ayrıntıları sordu, dedikoduyu ağızlarından çekip çıkarttı; buna bayılıyordu.
Ne ahmakmışım, diye düşündü yavaş yavaş, eve doğru yürüyüş yolundan yürürken, sadece su içip sessiz kalabileceğimi düşünmekle ne ahmaklık etmişim! Herhangi bir şeyi, herhangi bir şeyi kendi haline bırakmayı hiçbir zaman, hiçbir zaman beceremeyeceğim. Hiçbir zaman hür olamayacağım, hiçbir zaman hürriyete layık olmayacağım. Yaşlılık bile benim işleri kendi haline bırakmama yetmiyor. Safnan’ı kaybetmiş olmam bile buna yetmiyor.
Durdular Beş Ordular önünde. Kılıcını kaldıran Enar, Kamye’ye dedi ki: Ölümün ellerimde Efendim! Kamye cevap…