Zamanımızın Bir Kahramanı / Mihail Yuryevich Lermontov

Zamanımızın Bir KahramanıZamanımızın Bir Kahramanı

Zamanımızın Bir Kahramanı’ndan…

-Nasıl mı oldu?… (Piposunu doldurup bir nefes çekti, sonra anlatmaya başladı.) Bölüğümle birlikte Terek’in ötesinde bir kalede bulunuyordum yakında beş yıl olacak. Bir sonbahar günü, erzak postası geldi; postada bir de subay, yirmi beş yaşlarında bir delikanlı vardı. Tepeden tırnağa üniformalı, yanıma çıkıp kalemde kalmak üzere emir almış olduğunu bildirdi. Öyle ince biriydi ki, teni öyle narin, giydiği üniforma öyle yeniydi ki, Kafkasya’ya yeni geldiğini hemen anladım.

“Herhalde daha önce Rusya’da görevli bulunuyordunuz?” diye sordum. “Evet efendim,” diye cevap verdi. Elini sıkarak, “Memnun oldum,” dedim, “Memnun oldum. Biraz sıkıcı bulacaksınız burayı, ama anlaşırız sizinle, ikimiz. Onun için sadece Maksim Maksimiç deyin bana; hem sonra böyle tepeden tırnağa üniformayla dolaşmanızın da gereği yok. Beni görmeye gelirken başınıza kasketinizi geçirirsiniz, yeter.” *
Yatacak yer verdik ona, o da kaleye yerleşti. *

Maksim Maksimiç’e,

-Adı neydi? diye sordum.

Adı… Gregoriy Aleksandroviç Peçorin’di. Tatlı, evet, tatlı bir adamdı, ama garipti biraz. Bir bakarsınız, bütün günü yağmur altında avlanmakla geçirmiş; herkes donar, yorulur, onun umurunda bile değil; bir bakarsınız odasında otururken pencereden rüzgâr girmiş, soğuk aldığını söyleyip sabahtan akşama kadar yatar; kepenk çarpar, irkilir, bembeyaz kesilir; ama bir yaban domuzunu tek başına yakaladığını da gördüm; gün gelir, saatlerce tek kelime alamazdınız ağzından, bir de konuşmaya başladı mı katıla katıla ölürdü insan… Evet, garip davranışları vardı; herhalde zengindi de: Çeşit çeşit değerli eşyayla doluydu odası! , Yine sordum: , -Uzun zaman kaldı mı sizinle?

-Bir yıl kadar. Benim için unutulmayacak bir yıldı doğrusu; ne dertlere soktu başımı, ama onu bu yüzden unutmamış değilim. Bilirsiniz, bazı insanların alınyazılarında inanılmaz serüvenler yazılıdır.

Bardağına biraz daha çay koyarken, merakla,

-İnanılmaz serüvenler mi? diye sordum.

-Bakın anlatayım. Kaleden dört mil kadar uzakta dostumuz bir prens otururdu. On beş yaşlarındaki oğlu atma atlar, bize gelirdi: Her gün bir bahane bulurdu mutlaka. Peçorin de ben de, onu çok şımartmıştık. Kanı

LİNK

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir